Mekanım Datça olsun!
Can Yücel
Kapak fotoğrafından da anlayacağınız gibi birazdan okuyacağınız satırlar turkuaz renkli suyun hikayesidir, yani Ege’nin en güzel kıyılarına ev sahipliği yapan Datça Yarımadası’nın… Yani beş yıldızlı otellerin ve herşey dahil sistemlerin yerine butik otel ve aile işletmeciliklerinin bulunduğu, yollarının pek de komforlu olmadığı ama oksijeni, yeşili, turkuazı bol DATÇA... SIZ evet SIZ, sakinliği, dinginliği, huzuru arayan sevgili gezi dostları... Devam edin... Oksijeni, huzuru ve tarihi hep ensenizde hissedeceğiniz güzel Datça'yı tanımak üzeresiniz... Tabi eğer henüz tanımıyorsanız...
Gelelim bizim hikayemize, bizim favori tatil mekanımız Kaş’tır, öyle ki eşimle de Kaş’ta tanıştık. O yüzden bizim için yeri hep ayrıdır. Ama geçtigimiz sene dillere destan olan Datça’yı da görme vaktidir dediğimizden beri Kaş'ımızın yanı sıra bir de Datça'mız oldu. Bu sene de sıcaklar bastırmadan Temmuz ayında çevirdik direksiyonu Datça'ya, bal, badem ve bük diyarına...
İzmir'den Datça'ya gitmenin en kolay ve zevkli yolu, Bodrum'dan feribotla geçmek. Günde iki sefer var: 09:30 ve 17:30. İki saat Marmaris üzerinden direksiyon sallamak yerine denizin esintisiyle süren püfür püfür bir yolculuk. Ancak seferlere yetişemeyeceğimiz için biz bu kez karadan gitmeyi tercih ettik. Böylece Datça yolunda Mavi Pide'de durma şansımız olacaktı ve güzel lezzetleriyle daha Datça'ya varmadan ruhumuzu doyurmaya başlayacaktık.
Zira artık bir rutine dönüşen
Mavi Pide'ye uğramasaydık olmayacaktı. Hem bu sefer lezzetli pidelerinin yanı sıra pideli köfteyi deneme fırsatımız da oldu, ve evet bayıldık. Bilmeyenler için Mavi Pide, Marmaris Datça yolu üzerinde Hisarönü kavsağına gelmeden hemen önce solda. Görmemek mümkün değil. Mükemmel lezzetlerinin yanı sıra, sıcak yaz günlerinde dere kenarındaki masalarında oturup serinlemek de cabası.
Keyfimizi yaptıktan sonra önümüzde daha 60 kilometre vardı ve fazla oyalanmadan çıktık yine yola.
O akşam Datça merkeze dahi uğramadan doğruca kalacağımız Palamutbükü'ne gidip, bükün turkuaz renkli muhteşem sularına bıraktık kendimizi.
Turkuaz deniziyle sakin Palamutbükü...
Bilmeyenler için anlatayım, Palamutbükü Datça'dan 25 km ötede Datça yarım Adası'nın hemen hemen sonlarına doğru. Daha çok apart ev ve pansiyonların bulunduğu çokça bozulmamış bir tatil kasabamız. Sadece sevenlerinin ve bilenlerin katlandığı yolları, daha rahat ve konforlu olsa bu kadar da bakir bir yer olarak kalmazdı diye tahmin ediyorum. Palamutbükü kafa dinlemek için birebir.
Bizim Datça'ya gelmeden önce en büyük sıkıntımız yarımadanın hangi bölümünde kalacağımızdı. Sevgili arkadaşımız Hande'nin tavsiyesiyle Palamutbükü'nde kalacak yer aramış ve Nostalgia Pansiyon'da karar kılmıştık. İyi ki öyle olmuş da Yılmaz bey ve eşi Selma hanımın işlettiği bu pansiyonun ve restoranın muhteşem yemeklerinden tadabilmişiz. Orada yediğimiz bademli soya soslu tavuğu nasıl anlatsam azdır...
Palamutbükü'nün bir diğer güzel tarafı ise çok uzun bir sahilinin olması. Dolayısıyla pansiyonların çoğu sahil şeridinde. Kahvaltınızı, akşam yemeklerinizi sahile bir kaç adım mesafede yiyebiliyorsunuz. Hatta akşamları kumsala masalar indiriliyor ve sahilde başlıyor akşam keyifleri.
Palamutbükü'ne iki yoldan gidilmekte... Gündüz gözüyle geçiyorsanız mutlaka Mesudiye içinden geçen yolu tercih edin. Böylece Mesudiye ile Palamutbükü arasında bulunan üç bakir koyda denize girme şansınız da olur. Suyun rengi hayran olunmayacak gibi değil...
Daracık sokaklarıyla Eski Datça...
Bir de Eski Datça var ki taş evlerle dolu sokaklarında yürürken huzur buluyorsunuz ve sakinliğin diğer bir boyutuyla tanışıyorsunuz. Datça'ya özgü çimdik oyaları her tarafta, her tezgahta...aslında çok da büyük olmayan Eski Datça'da bolca sanat atölyelerine rastlamak mümkün....
Eski Datça'dan bahsedip Can Yücel'den bahsetmemek olmaz. Zira bu güzel yer Can Yücel'e mekanım Datça olsun dedirtmiş. Eski Datça'nın sokaklarından birine, aslında Can Yücel'in evine giden dar sokağa da adı verilmiş. Şairin evi ise ne yazık ki ziyarete açık değil. Sadece araştırma için ya da senede bir gün o da Can Yücel'in doğum günü 12 Ağustos'ta anma nedeniyle açık oluyormuş. Senede birgün denk getirmek gerek. Eski Datça'ya akşam üstü gitmek ara sokaklarında dolanmak sıcak nedeniyle daha mantıklı... Hatta akşam üstüne doğru gidin ki Antik Kafe'de oturup müzik eşliğinde Eski Datça'nın ruhunu içinize çekin.
Merkezinde bile Denize girilebilen güzel Datça...
Türkiye'de ilçe merkezlerinde çok da rastlanmaz böyle şeylere, ama Datça merkezinde gönül rahatlığıyla denize girilebiliyor, evet ilçenin tam da ortasında hala bir kumsal var. Akşamları ise masalar kumsala iniyor ve hafif dalga sesleri ile huzur aranıp, sohbetlere meze yapılıyor.
Datça yarımadası doğası ve deniziyle cennette gibi hissettiriyor kendinizi. Kafa dinlemenin yanı sıra isterseniz şehir hayatı dahi sunuyor. Tabi ki büyük şehirler gibi değil ama akşamları Datça oldukça hareketli oluyor. Sahilde masalar, ileride yürüyüş yolları ve hediyelik eşya, takı, hatıralıklar satan tezgahlar ile cıvıl cıvıl bir akşam bekliyor sizi.
Datça'nın karadan ulaşılabilen sahilleri çok sayıda ve harika olduğu gibi, sadece tekneyle ulaşılan koyları da mevcut. Bunun için bir tekne turu şart...ama aman Datça'dan tekneyle Knidos'a kadar gitmeye kalkmayın çok yorucu olur, daha çok yakın turları tercih edin. Koy ya da Hayıtbükü Turu ideal...Denizin rengine inanamayacaksınız. Balık, makarna ve salatalı menü ise günün bir diğer kazancı...
Gelelim Datça'da yeme içme konusuna... Tabi ki balık yiyeceksiniz ama ev yemekleri konusunda Zekeriya Sofrası bir numara... Hem lezzetli hem doyurucu yemeklerini Datçalı ev kadınları yapıyor. Yemekten kalkmadan bir de Datça'nın meşhur Damat Tatlısından (diğer bir adıyla Saraylı) yerseniz, haydi şimdi yürüyüşe... (Zekeriya Sofrası'nda hiç fotograf çekmemiş olmamız aslında oraya ne kadar aç gittiğimizin işareti:))
Ben hem balık yemek istiyorum, hem de Datça'ya özgü birşeyler olsun derseniz Fevzi'nin Yeri'ne gidin. Ege'ye özgü otlardan yapılan mezeleri başka yerde bulamayabilirsiniz. Deniz mahsülü mezeleri de bir o kadar kendine özgü. Rakı harici birşeyler isterseniz gelincik ya da lavanta şerbetini deneyin, bayılabilirsiniz:) şimdiye kadar içtigimiz en lezzetli balık çorbasını da burada içtik, mutlaka tavsiye ederim.
Tarihin izinde Knidos...
Gelelim Datça Yarım Adası'nın en ucuna, yani Knidos Antik kentine...Milattan önce 2000li yıllara dayanan tarihiyle Knidos, bu bölgenin en önemli antik kentlerinden. Dünyaca ününü ise orjinali bulunamayan çıplak Afrodit heykeli ile kazanmış. Ticari, mimari, bilimsel ve sanatsal açıdan çok önemli bir kent olan Knidos antik kentinde döneminin en önemli buluşlarından Güneş Saati'ni de görmek mümkün.
|
Knidos Datca - Deveboynu Feneri |
Yazın
Knidos'a gitmek için en uygun zaman akşam üstü 4-5 civarı. Böylece hem antik kenti gezer, hem de güneşin batışını izleyebilirsiniz....güneşin batışını antik kentin girişinden de izleyebilirsiniz evet ama bunun için daha güzel bir nokta var ki o da
Deveboynu Feneri ... Hani şu batıya doğru baktığınızda güneşi görmenize engel o uzakta kalan tepecik var ya...heh işte onun üstündeki deniz feneri. İşte o tepeye çıkarsanız önünüzde hiçbir engel kalmıyor hem de Ege ve Akdeniz'in birleştiği yerde bulunuyorsunuz. Ama oraya çıkmak o kadar da kolay değil ne yazık ki, zaman zaman kaybolan patika da Fener'e giden elektrik kablolarını takip ederek varıyorsunuz. Tabi öncesinde yanınıza şarabınızı almayı unutmuyorsunuz...Karar sizin...zor ama değecek bir yol....
Mesudiye köyü...
Büklerden bük beğen...Datça'da bükten daha bol olan tek şey badem herhalde...ama bütün bükler de ayrı güzel eşsiz mi olur... Olur, Datça da olur işte...Mesudiye köyü Datça ile Palamutbükü arasında kalıyor burada iki büyük bir küçük koy var...Ovabükü, Hayıtbükü ve Kızılbük... Hayıtbükü nispeten daha kapalı bir koy, küçük bir sahili var, yürüyerek bir baştan öbür başa 10 dakika sürmez. Ama sevimli samimi bir havası var...Kızılbük'ü uzaktan gördüğümüz kadarıyla daha sakin.... Ovabükü'nde ise hiç bulunmadık.
Yol üzeri Datça...
Anlat anlat bitmiyor ki Datça, o kadar görülecek yer, denize girilecek sahil var işte...En iyisi tatili bitirmeden Datça'dan ayrıldıktan sonra ya da gelmeden önce Kovanlı ve Karaincir koylarına ugramak, bir de oralarda denize girmek.
Tatil Kitabı...
Tatillerimizin olmazsa olmazı, tatil kitabı bu sene Buket Uzuner'in son romanı SU oldu. Heyecanla satır aralarında Defne Kaman'ı ararken tatil bitiverdi bile. Merakla serinin ikinci kitabı TOPRAK'i bekliyorum şimdilerde...
SON...
Bu yazı böyle uzar gider, Datça anlatmakla bitmez... görmek, Datça'yı yaşamak, sıcak samimi insanını tanımak gerek... Sahil kasabalarında cok sıkça rastlayamayacağınız sıcaklıktadır Datçalılar... Bir tezgahın başında, bakkalda, markette sohbet uzar gider, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan...
Yazıyı daha fazla uzatmamak için Mutlaka yapılması gerekenleri ayrı bir yazıda paylaşacağım...
Daha fazla fotograf icin Facebook sayfamıza buyrun...
TIKLAYIN...
Sizlerin de Datça'ya dair tavsiye ve önerileriniz varsa yorumlar bölümünde paylaşırsanız seviniriz.
Ve Can Yücel'in güzel dizeleriyle kapatalım...
En uzak mesafe ne Afrika'dır
Ne Çin
Ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan
En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir Birbirini anlamayan
Can Yücel , "En Uzak Mesafe"